TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
 
 
İKİNCİ BÖLÜM
 
KARAR
 
HASAN ÇÖLGEÇEN BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2016/392)
 
Karar Tarihi: 2/12/2020
 
İKİNCİ BÖLÜM
 
KARAR
 

 

Başkan : Kadir ÖZKAYA
Üyeler : Engin YILDIRIM
    Celal Mümtaz AKINCI
    Rıdvan GÜLEÇ
    Yıldız SEFERİNOĞLU
Raportörler : Zeynep KARAKOÇ
    Tuğba TUNA IŞIK
Başvurucu : Hasan ÇÖLGEÇEN
Vekili : Av. Erdem Serdar VURGUN

 

  1. BAŞVURUNUN KONUSU
  2. Başvuru, disiplin cezası işlemine karşı açılan davada verilen kararda kullanılan ifadeler nedeniyle masumiyet karinesinin; keşif ve bilirkişi incelemesi yaptırılmasına ilişkin talebin dikkate alınmaması, davanın hatalı değerlendirme sonucu reddedilmesi ve kanun yolu aşamasında gerekçesiz karar verilmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
  3. BAŞVURU SÜRECİ
  4. Başvuru 8/1/2016 tarihinde yapılmıştır.
  5. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
  6. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
  7. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
  8. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmeyeceğini beyan etmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

  1. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
  2. Başvurucu 17/8/2012 tarihinde Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) bünyesinde jandarma uzman çavuş olarak göreve başlamıştır.
  3. 20/3/2013 tarihinde görev başı eğitimini tamamlayarak Jandarma Karakolu Komutanlığında göreve başlayan başvurucu 29/5/2013 tarihinde meydana gelen askerî araç kazası nedeniyle Van Jandarma Asayiş Kolordu Komutanlığı Askerî Mahkemesince 30/5/2013 tarihinde tutuklanmıştır.
  4. Başvurucunun tutuklama kararına karşı yaptığı itiraz, Kara Kuvvetleri Komutanlığı Ağrı 12. Mekanize Piyade Tugay Komutanlığı Askerî Mahkemesince 14/6/2013 tarihli kararla kabul edilerek tahliyesine karar verilmiştir.
  5. Başvurucu hakkında başlatılan idari soruşturma sonucu düzenlenen 26/6/2013 sayılı raporda;
  6. Başvurucunun yetkisiz olarak askerî aracı kullanması sonucu trafik kazası yaparak bilinçli olarak birden fazla kişinin yaralanmasına sebep olmak,
  7. Araçta ağır hasar oluşmasına ve aracın kullanılmaz hâle gelmesine sebebiyet vermesi nedeniyle büyük zararlar veren emre itaatsizlikte ısrar,Aracın lastik patlaması sonucu kaza yaptığı izlenimini vermek için kazadan sonra aracın lastiğini patlatması ya da patlattırması nedeniyle yalan beyanda bulunmak ve soruşturmanın seyrini değiştirmek,Telefon direğine ateş ederek direğin zarar görmesine sebep olmak ve mermi kullanılması nedeniyle hizmete mahsus eşyayı tahrip etmek,Köy yolunda durarak piyade tüfeğiyle ateş etmesi nedeniyle genel güvenliği kasten tehlikeye sokmak,Yetkisi olmadığı hâlde askerî aracı sürücüsünden alarak kullanması ve erlere piyade tüfeğiyle atış yaptırması nedeniyle madununa hizmetle münasebeti olmayan emir vermek suçlarından hakkında disiplin soruşturması gerektiği belirtilmiştir.
  8. Başvurucu hakkında yürütülen disiplin soruşturması üzerine Jandarma Genel Komutanlığı Yüksek Disiplin Kurulu (Kurul) 4/11/2013 tarihinde TSK’dan ayırma cezası vermiştir.
  9. Başvurucu, ayırma cezasının iptali ile ödenemeyen maaş ve kesintilerinin ödenmesi istemiyle Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) nezdinde dava açmıştır.
  10. AYİM Birinci Dairesi 1/7/2015 tarihli kararıyla davayı reddetmiştir. Ret gerekçesinde öncelikle 31/1/2013 tarihli ve 6413 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Disiplin Kanunu’nun ilgili maddelerinden bahsedilmiş; başvurucunun jandarma sınıfında olması sebebiyle genel olarak emniyet, asayiş ve kolluk görevinin bulunduğu, bu kapsamda suç ve suçlularla mücadele ile görevli olmasına karşın bilinçli olarak birden fazla kişinin yaralanmasına sebep olmak suçundan tutuklandığı, bir kişinin ölümü ile birlikte birden fazla kişinin yaralanmasına neden olma suçuna ilişkin yargılamanın devam ettiği, başvurucunun TSK’nın itibarını sarsacak, ağır suç ve disiplinsizlik teşkil eden fiillerle hizmete engel davranışlarda bulunduğu belirtilmiştir. Ayrıca kararın gerekçesinde şu ifadelere yer verilmiştir:

“…davacı hakkında, Van Jandarma Asayiş Kolordu Komutanlığı Askeri Savcılığınca ‘Taksirle Bir Kişinin Ölümü İle Birlikte Birden Fazla Kişinin Yaralanmasına Neden Olmak Ve Suç Delillerini Değiştirmek’ suçlarından dolayı yürütülen soruşturma neticesinde düzenlenen 02 Haziran 2015 tarih ve 2015/1213-88 E.K. Sayılı görevsizlik kararına dayanak teşkil eden deliller(Bir adet EUROWINTHER HS437 VAN ibareli bulunan oto lastiği, bir adet 10 cm uzunluğunda çivi, mağdur/tanık beyanları, bilirkişi raporu vb.) çerçevesinde, gerek davacıya isnad edilen eylemlerin davacıdan sadır olduğu, gerekse bu eylemlerin (tipiklik bakımından isnad edilen suçları oluşturup oluşturmadığı hususundan bağımsız olarak) niteliği ve niceliği itibariyle vahim olduğu yönündeki davalı idare değerlendirmesinin olgulara uygun olduğu, zira davacının jandarma sınıfından olması sebebiyle genel olarak emniyet, asayiş, kolluk görevi ve bu bağlamda suç ve suçlularla mücadele etme görevi bulunduğu halde görevsizlik kararına konu eylemleri gerçekleştirdiği ve müsnet suçlar nedeniyle tutuklandığı; bu bağlamda davacının statüsü itibariyle Türk Silahlı Kuvvetlerinin itibarını sarsacak ve zarar verecek şekilde ve nitelikte tutum ve davranışlar ile yüz kızartıcı, utanç verici, ağır suç ve disiplinsizlik teşkil eden fiillerle ‘hizmete engel davranışlarda bulunduğu’ göz önüne alınarak kamu görevlisi olma nitelik ve yeterliliğini yitirdiği, bir an için Askeri Savcılık tarafından düzenlenen görevsizlik kararında belirtilen ‘Taksirle Bir Kişinin Ölümü İle Birlikte Birden Fazla Kişinin Yaralanmasına Neden Olmak’ suçuna ilişkin henüz kesinleşmiş bir hüküm mevcut değil ise de; davacının gerçekleştirmiş olduğu bu eylem sonrasında kolluk görevlisi olmasına rağmen eylemini gizleme (kaza sonrasında aracın sağ ön lastiğine köylülerin de yardımıyla olay yerinde bulunan bir inşaat çivisi sokmak ve lastiğin yanak kısmını bıçakla kesmek suretiyle lastiğe zarar vermek) gayreti içine girdiği, bu durum karşısında kamu hizmetinde istihdam edilmesinin kamu yararına açıkça aykırılık teşkil ettiği …”

  1. Karar düzeltme istemi AYİM’in 25/11/2015 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Bireysel başvuru kapsamında karar düzeltme dilekçesi yer almamaktadır.
  2. Başvurucu nihai kararı 10/12/2015 tarihinde tebellüğ etmesinin ardından 8/1/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
  3. Diğer taraftan Van Jandarma Asayiş Kolordu Komutanlığı Askerî Savcılığınca (Askerî Savcılık) başvurucu hakkında bir kişinin ölümü ile birlikte birden fazla kişinin yaralanmasına neden olmak ve suç delillerini değiştirmek suçları nedeniyle başlatılan soruşturma sonucunda 2/6/2015 tarihli kararı ile Askerî Savcılığın görevsizliğine, dosyanın soruşturma yapmaya yetkili ve görevli Van Cumhuriyet Başsavcılığına (Savcılık) gönderilmesine karar verilmiştir.
  4. Savcılığın başvurucu hakkında yürüttüğü ceza soruşturmasında suç delillerini yok etme, gizleme veya değiştirme suçu ile ilgili olarak ek kovuşturmaya yer olmadığına 30/10/2015 tarihinde karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde, alınan ifadelerden araç lastiğine çivi sokulduğunu gören olmadığı vurgulanmıştır. Konuyla ilgili olarak hazırlanan uzmanlık raporunda da lastikte bulunan çivinin sonradan çakılıp çakılmadığı, olayda harici etkenlerin bulunup bulunmadığı konusunda bir kanaatin oluşmadığı ifade edildiğinden mevcut delillerle şüpheli hakkında kamu davası açılmasına gerek olmadığı sonucuna varılmıştır.
  5. Van 4. Asliye Ceza Mahkemesinin 30/5/2018 tarihli kararı ile başvurucunun taksirle ölüme neden olma suçundan 1 yıl 10 ay 15 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiş, başvurucunun itirazı Van 3. Ağır Ceza Mahkemesinin 6/7/2018 tarihli kararıyla kesin olarak reddedilmiştir.
  6. Dosya kapsamında başvurucunun disiplin soruşturmasına konu diğer eylemleri hakkında ceza yargılaması sürecinin başlatılıp başlatılmadığına ilişkin bilgi yer almamaktadır.
  7. Başvurucunun araç komutanı genel talimatı ile araç komutanı özel talimatını imzalamadığı ve bu belgelerin sahte olarak düzenlendiği yönündeki şikâyeti üzerine Askerî Savcılık soruşturma başlatmış; 2/6/2015 tarihli kovuşturmaya yer olmadığına ilişkin kararda, imzaların başvurucu tarafından atılmadığının tespit edildiği ancak sahteciliği kimin yaptığı konusunda da yeterli bilgi ve bulgunun bulunmaması nedeniyle kamu davası açılamayacağı ifade edilmiştir.
  8. İLGİLİ HUKUK
  9. Ulusal Hukuk
  10. 6413 sayılı Kanun’un işlem tarihinde yürürlükte olan “Silahlı Kuvvetlerden ayırma cezasını gerektiren disiplinsizlikler” kenar başlıklı 20. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “(1) Silahlı Kuvvetlerden ayırma cezasını gerektiren disiplinsizlikler şunlardır:

  1. c) Hizmete engel davranışlarda bulunmak: Devletin ve Türk Silahlı Kuvvetlerinin itibarına zarar verecek nitelikte tutum ve davranışlarda veya ağır suç veya disiplinsizlik teşkil eden fiillerde bulunmaktır.

…”

  1. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Taksirle öldürme” kenar başlıklı 85. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

” Taksirle bir insanın ölümüne neden olan kişi, iki yıldan altı yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.”

  1. 5237 sayılı Kanun’un “Suç delillerini yok etme, gizleme veya değiştirme” kenar başlıklı 281. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:

“Gerçeğin meydana çıkmasını engellemek amacıyla, bir suçun delillerini yok eden, silen, gizleyen, değiştiren veya bozan kişi, altı aydan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır….”

  1. Uluslararası Hukuk
  2. İlgili Sözleşme
  3. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 6. maddesinin ikinci fıkrası şöyledir:

Kendisine bir suç isnat edilen herkes, suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar suçsuz sayılır.”

  1. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı
  2. Genel Olarak
  3. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) yerleşik içtihadı uyarınca, Sözleşme ile korunan hak ve özgürlükleri ihlal etmediği sürece ulusal mahkemelerce yapılan hukuki ya da maddi hataları ele almanın kendi görevi olmadığını belirtmektedir (García Ruiz/İspanya [BD], B. No: 30544/96, 21/1/1999, § 28; Perez/Fransa [BD], B. No: 47287/99, 12/2/2004, § 82). Bu içtihada göre Sözleşme’nin 6. maddesi adil yargılanma hakkını güvenceye almakla birlikte delillerin kabul edilebilirliğine ya da delillerin nasıl değerlendirileceğine ilişkin herhangi bir kural koymaz, bu hususlar öncelikli olarak ulusal hukukun ve mahkemelerin düzenleme alanına girer. Normal şartlarda ulusal mahkemelerin belirli delil unsurlarına ya da önlerindeki uyuşmazlıktaki tespit ya da değerlendirmelere tanıyacakları ağırlık gibi meseleler AİHM’in yeniden inceleme alanına girmez. AİHM, bir dördüncü derece yargı yeri gibi davranmamalıdır; dolayısıyla keyfî olduğu ya da makul olmadığı açıkça görülebilecek tespitlerde bulunmadıkları takdirde ulusal mahkemelerin kararlarını 6. maddenin birinci fıkrası kapsamında sorgulamaz (Bochan/Ukrayna (No.2) [BD], B. No: 22251/08, 5/2/1015, § 61).
  4. Masumiyet Karinesine İlişkin İçtihat
  5. Sanığı yargılayan mahkemenin veya bu mahkemenin üyelerinin sanığa isnat edilen suçu işlediği ön yargısıyla hareket etmemesini ifade eden ve Sözleşme’nin 6. maddesinin ikinci fıkrasında düzenlenen masumiyet karinesi, birinci fıkrada teminat altına alınan adil yargılanma hakkının en önemli unsurlarından biridir (Minelli/İsviçre, B. No: 8660/79, 25/3/1983,§ 27).
  6. Masumiyet karinesi, suç isnadının karara bağlandığı yargılamalarda geçerli olduğu için Sözleşme’nin 6. maddesinde ifade edilen “medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklar” çerçevesinde değerlendirilen idari davalar, kural olarak masumiyet karinesinin uygulama alanı dışında kalmaktadır. Ancak idari davada uyuşmazlık konusu olan maddi olayın tespitinde idari yargı mercii, aynı maddi olayı ele alan ceza mahkemesinin daha önce verdiği cezai sorumluluğun bulunmadığını tespit eden kararına uygun hareket etmelidir (benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. X/Avusturya [GK], B. No: 9295/81, 6/10/1982; C/Birleşik Krallık (k.k.), B. No: 11882/85, 7/10/1987). Bu kural, kişi hakkında verilen beraat kararı sorgulanmadığı sürece aynı maddi olay çerçevesinde daha düşük ispat standardı kullanılarak kişinin disiplin sorumluluğu çerçevesinde yaptırıma tabi tutulmasına engel teşkil etmemektedir (Ringvold/Norveç, B. No: 34964/97, 11/2/2003, § 38).
  7. Ayrıntılı AİHM içtihatları için bkz. Galip Şahin, B. No: 2015/6075, 11/6/2018, §§ 18-30.
  8. İNCELEME VE GEREKÇE
  9. Mahkemenin 2/12/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
  10. Gerekçeli Karar Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
  11. Başvurucunun İddiaları
  12. Başvurucu; bazı delillere neden itibar edildiğinin ve bazı delillere de neden itibar edilmediğinin ilk derece kararında açıklanmadığını, karar düzeltme isteminin reddine ilişkin kararın ise herhangi bir gerekçe içermediğini ve hatalı değerlendirme sonucu karar verildiğini belirterek gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
  13. Değerlendirme
  14. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin adil yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiş ancak gerekçeli karar hakkından açıkça söz edilmemiştir. Bununla birlikte Anayasa’nın 36. maddesine “…adil yargılanma” ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınan adil yargılama hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. Sözleşme’nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasındaki hakkaniyete uygun yargılanma hakkının kapsamına gerekçeli karar hakkının da dâhil olduğu AİHM’in birçok kararında vurgulanmıştır. Dolayısıyla Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının gerekçeli karar hakkı güvencesini de kapsadığının kabul edilmesi gerekir (Abdullah Topçu, B. No: 2014/8868, 19/4/2017, § 75).
  15. Anayasa’nın 141. maddesinin üçüncü fıkrasında da “Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır.” denilerek mahkemelere kararlarını gerekçeli yazma yükümlülüğü yüklenmiştir. Anayasa’nın bütünlüğü ilkesi gereği anılan Anayasa kuralı da gerekçeli karar hakkının değerlendirilmesinde gözönünde bulundurulmalıdır (Abdullah Topçu, § 76).
  16. Gerekçeli karar hakkı, kişilerin adil bir şekilde yargılanmalarını sağlamayı ve denetlemeyi amaçlamakta; tarafların muhakeme sırasında ileri sürdükleri iddiaların kurallara uygun biçimde incelenip incelenmediğini bilmeleri ve ayrıca demokratik bir toplumda, kendi adlarına verilen yargı kararlarının sebeplerini toplumun öğrenmesinin sağlanması için de gerekli görülmektedir (Sencer Başat ve diğerleri [GK], B. No: 2013/7800, 18/6/2014, §§ 31, 34).
  17. Mahkemelerin anılan yükümlülüğü, yargılamada ileri sürülen her türlü iddia ve savunmaya karar gerekçesinde ayrıntılı şekilde cevap verilmesi gerektiği şeklinde anlaşılamaz. Ancak derece mahkemeleri, kendilerine sunulan tüm iddialara cevap vermek zorunda değilseler de (Yasemin Ekşi, B. No: 2013/5486, 4/12/2013, § 56) davanın esas sorunlarının incelenmiş olduğu gerekçeli karardan anlaşılmalıdır.
  18. Bir kararda tam olarak hangi unsurların bulunması gerektiği davanın niteliğine ve koşullarına bağlıdır. Muhakeme sırasında açık ve somut bir biçimde öne sürülen iddia ve savunmaların davanın sonucuna etkili olması, başka bir deyişle davanın sonucunu değiştirebilecek nitelikte bulunması hâlinde davayla doğrudan ilgili olan bu hususlara mahkemelerce makul bir gerekçe ile yanıt verilmesi gerekir (Sencer Başat ve diğerleri, § 35).
  19. Aksi bir tutumla mahkemenin davanın sonucuna etkili olduğunu kabul ettiği bir husus hakkında ilgili ve yeterli bir yanıt vermemesi veya yanıt verilmesini gerektiren usul veya esasa dair iddiaların cevapsız bırakılmış olması hak ihlaline neden olabilecektir (Sencer Başat ve diğerleri, § 39).
  20. Öte yandan temyiz merciinin yargılamayı yapan mahkemenin kararını uygun bulması hâlinde bunu ya aynı gerekçeyi kullanarak ya da bir atıfla kararına yansıtması yeterlidir. Burada önemli olan husus temyiz merciinin bir şekilde temyizde dile getirilmiş ana unsurları incelediğini, derece mahkemesinin kararını inceleyerek onadığını ya da bozduğunu göstermesidir (Yasemin Ekşi, § 57).
  21. Somut olayda mahkeme, işlemi şekil yönünden incelemesinin ardından başvurucunun meslek hayatına dair işleme esas olan olguları temel alarak değerlendirme yapmış ve sonuca ulaşmıştır. Bu bağlamda yapılan açık yargılama sonunda tarafların davanın sonucuna etkili olabilecek tüm iddia ve savunmaları tartışılarak verilen kararda hükme ulaşılması için yeterli gerekçe bulunduğu (bkz. § 18) görülmektedir. Ayrıca karar düzeltme aşamasında değerlendirme konusu hüküm ve gerekçesinin uygun bulunduğu belirtilmiştir. Bu hâle göre gerekçeli karar hakkına yönelik bir ihlal olmadığının açık olduğu anlaşılmaktadır.
  22. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
  23. Silahların Eşitliği ve Çelişmeli Yargılama İlkesinin İhlal Edildiğine İlişkin İddia
  24. Başvurucunun İddiaları
  25. Başvurucu, yaşadığı trafik kazasında kusurunun bulunup bulunmadığı konusunda keşif yapılmadığını ve konuyla ilgili uzman bilirkişi raporu alınmadığını, bilimsel ve teknik yeterliliği bulunmayan bir kişi (astsubay) tarafından hazırlanan rapor ile Kaza Tespit Tutanağı’na göre karar verildiğini belirterek silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmektedir.
  26. Değerlendirme
  27. Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca herkes iddia, savunma ve adil yargılanma hakkına sahiptir. Anayasa’nın anılan maddesinde adil yargılanma hakkından ayrı olarak iddia ve savunma hakkına birlikte yer verilmesi, taraflara iddia ve savunmalarını mahkeme önünde dile getirme fırsatı tanınması gerektiği anlamını da içermektedir (Mehmet Fidan, B. No: 2014/14673, 20/9/2017, § 37).
  28. Diğer yandan Anayasa’nın 36. maddesine adil yargılanma ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, Türkiye’nin tarafı olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınan adil yargılama hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. Nitekim Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı birçok kararında, AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen silahların eşitliği ilkelerine Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir. Bu itibarla anılan ilkenin adil yargılanma hakkının kapsam ve içeriğine dâhil olduğu sonucu ortaya çıkmaktadır. Anılan ilkeye uygun yürütülmeyen bir yargılamanın hakkaniyete uygun olması olanaklı değildir (Mehmet Fidan, § 38).
  29. Silahların eşitliği ilkesi, davanın taraflarının usule ilişkin haklar bakımından aynı koşullara tabi tutulması ve taraflardan birinin diğerine göre daha zayıf bir duruma düşürülmeksizin iddia ve savunmalarını makul bir şekilde mahkeme önünde dile getirme fırsatına sahip olması anlamına gelir (Yaşasın Aslan, B. No: 2013/1134, 16/5/2013, § 32). Bu usul güvencesi gereğince uyuşmazlığın her iki tarafına da savunmasının temel dayanağı olan delilleri sunma imkânı tanınmasını kapsamaktadır (Yüksel Hançer, B. No: 2013/2116, 23/1/2014, § 18).
  30. Silahların eşitliği ilkesi kapsamında yapılacak inceleme, başvuru konusu yargılamanın bir bütün olarak adil olup olmadığının değerlendirilmesidir (Yüksel Hançer, § 19).
  31. Genel anlamda hakkaniyete uygun bir yargılamanın yürütülebilmesi için silahların eşitliği ilkesi ışığında taraflara delillerini sunma, inceletme noktasında uygun imkânların tanınması ve yargılamaya etkin katılımlarının sağlanması gerekir. Bu anlamda delillere ilişkin dengesizlik veya hakkaniyetsiz olma iddiaları da yargılamanın bütünü kapsamında değerlendirilecektir. Ceza davaları ile medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin davaların usul kuralları da dâhil olmak üzere yargılamanın tüm aşamalarında silahların eşitliği ilkesinin güvence altına alınarak adil yargılanma hakkının korunması hukuk devleti olmanın bir gereğidir (Mustafa Kupal, B. No: 2013/7727, 4/2/2016, §§ 50-52).
  32. Somut olayda görülen davanın tarafları arasındaki ihtilaf; disiplin soruşturması sırasında da keşif ve bilirkişi incelemesi yapılması gerekirken yapılmadığına, ceza yargılamasındaki süreçte toplanan delillere, bilimsel ve teknik yeterliliği bulunmayan kişilerce hazırlanan rapor ile Kaza Tespit Tutanağı’na göre karar verildiği noktasındadır.
  33. Kural olarak Anayasa Mahkemesinin görevi herhangi bir davada bilirkişi raporu veya uzman mütalaasının gerekli olup olmadığına karar vermek değildir (Sencer Başat ve diğerleri, § 68). Bununla birlikte Anayasa Mahkemesinin tarafların öne sürdüğü ve esasa etkisi olan iddiaların işin mahiyetinin gerektirdiği ölçüde incelenip incelenmediğini ve özellikle ispat külfeti konusunda taraflardan birinin diğerine nazaran dezavantajlı bir konuma düşürülüp düşürülmediğini denetleme görevi bulunmaktadır (Ahmet Korkmaz, B. No: 2014/16232, 25/1/2018, § 29).
  34. Somut başvuruda Mahkemece keşif ve uzman bilirkişi incelemesi yaptırılmasına gerek görülmeyerek başvurucu hakkındaki ayırma işlemi ilgili mevzuat ve yapılan disiplin soruşturması kapsamında değerlendirilmiş ve hüküm kurulmuştur.
  35. Delilleri değerlendirme ve gösterilmek istenen delilin davayla ilgili olup olmadığına karar verme yetkisinin esasen derece mahkemelerine ait olduğu, derece mahkemelerinin dava konusuna, elde edilen delilerin ağırlığına ve iddia ile savunmalara göre, tanık beyanı, keşif icrası ve bilirkişi incelemesi gibi delilleri toplamama veya incelememe konusunda takdir yetkisine sahip olduğu dikkate alındığında keşif ve bilirkişi incelemesi yaptırılmamasına ilişkin ileri sürülen husus yönünden silahların eşitliği ilkesine yonelik bir ihlal olmadığının açık olduğu sonucuna varılmaktadır.
  36. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre Anayasa Mahkemesince açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemez olduğuna karar verilebilir. Başvurucunun ihlal iddialarını temellendiremediği, iddialarının salt kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin olduğu, temel haklara yönelik bir müdahalenin olmadığı veya müdahalenin meşru olduğu açık olan başvurular ile karmaşık veya zorlama şikâyetlerden ibaret başvurular açıkça dayanaktan yoksun kabul edilebilir (Hikmet Balabanoğlu, B. No: 2012/1334, 17/9/2013, § 24).
  37. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
  38. Masumiyet Karinesinin İhlal Edildiğine İlişkin İddia
  39. Başvurucunun İddiaları
  40. Başvurucu; ceza yargılamasına konu fiilleri nedeniyle tesis edilen işlemin iptali istemiyle açtığı iptal davasının ceza yargılamasının sonucu beklenilmeksizin reddedildiğini, ceza yargılamasının derdest olduğunu, suçlandığı bazı fiiler nedeniyle ek kovuşturmaya yer olmadığına (bkz. § 18) karar verildiğini belirterek masumiyet karinesinin ihlal edildiğini ileri sürmektedir.
  41. Değerlendirme
  42. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.

  1. Anayasa’nın “Suç ve cezalara ilişkin esaslar” kenar başlıklı 38. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:

Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz.

  1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
  2. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrasına göre Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının incelenebilmesi için kamu gücü tarafından müdahale edildiği iddia edilen hakkın Anayasa’da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Sözleşme ve Türkiye’nin taraf olduğu ek protokollerinin kapsamına da girmesi gerekir. Bir başka ifadeyle Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün değildir (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18).
  3. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında adil yargılanma hakkı güvence altına alınmıştır. 3/10/2001 tarihli ve 4709 sayılı Kanun’un Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasına adil yargılanma ibaresinin eklenmesine ilişkin 14. maddesinin gerekçesinde “değişiklikle Türkiye Cumhuriyeti’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınmış olan adil yargılama hakkı[nın] metne dahil” edildiği belirtilmiştir. Dolayısıyla Anayasa’nın 36. maddesine söz konusu ibarenin eklenmesinin amacının Sözleşme’de düzenlenen adil yargılanma hakkını anayasal güvence altına almak olduğu anlaşılmaktadır (Yaşar Çoban [GK], B. No: 2014/6673, 25/7/2017, § 54). Bu itibarla Anayasa’da güvence altına alınan adil yargılanma hakkının kapsam ve içeriği belirlenirken Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin gözönünde bulundurulması gerekir (Onurhan Solmaz, § 22).
  4. Sözleşme’nin 6. maddesinin (2) numaralı fıkrasında, bir suçla itham edilen herkesin suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar masum sayılacağı düzenlenmiştir. Masumiyet karinesi, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının bir unsuru olmakla beraber suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar kimsenin suçlu sayılamayacağı belirtilmek suretiyle Anayasa’nın 38. maddesinin dördüncü fıkrasında ayrıca düzenlenmiştir (Adem Hüseyinoğlu, B. No: 2014/3954, 15/2/2017, § 33).
  5. Adil yargılanma hakkının bir unsuru olan masumiyet karinesinin sağladığı güvencenin iki boyutu bulunmaktadır. Güvencenin ilk boyutu kişi hakkındaki ceza yargılaması sonuçlanıncaya kadar geçen, bir başka ifadeyle kişinin ceza gerektiren bir suçla itham edildiği (suç isnadı altında olduğu) sürece ilişkin olup suçlu olduğuna dair hüküm tesis edilene kadar kişinin suçluluğu ve eylemleri hakkında erken açıklamalarda bulunulmasını yasaklar. Güvencenin bu boyutunun kapsamı sadece ceza yargılamasını yürüten mahkemeyle sınırlı değildir. Güvence aynı zamanda diğer tüm idari ve adli makamların da işlem ve kararlarında, suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar kişinin suçlu olduğu yönünde ima ya da açıklamalarda bulunmamasını gerekli kılar. Dolayısıyla sadece suç isnadına konu ceza yargılaması kapsamında değil ceza yargılaması ile eş zamanlı olarak yürütülen diğer hukuki süreç ve yargılamalarda da (idari, hukuk, disiplin gibi) masumiyet karinesinin ihlali söz konusu olabilir (Galip Şahin, § 39). Güvencenin ikinci boyutu ise ceza yargılaması sonucunda mahkûmiyet dışında bir hüküm kurulduğunda devreye girer ve daha sonraki yargılamalarda ceza gerektiren suçla ilgili olarak kişinin masumiyetinden şüphe duyulmamasını, kamu makamlarının toplum nezdinde kişinin suçlu olduğu izlenimini uyandıracak işlem ve uygulamalardan kaçınmasını gerektirir (Galip Şahin, § 40).
  6. Masumiyet karinesine ilişkin anayasal güvencelerin harekete geçirilebilmesi için kural olarak kişinin suç isnadı altında bulunması gerekmektedir. Bununla birlikte masumiyet karinesinin ikinci boyutuna ilişkin güvencelerin uygulanabilmesi, kişinin hâlihazırda suç isnadı altında bulunmasını zorunlu kılmamaktadır. Ancak ceza yargılamasının sonuçlanmasından sonra başlayan veya ceza yargılaması henüz sonuçlanmadan başlasa bile ceza yargılamasının kesinleşmesinden sonra da devam eden medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin yargılamalarda masumiyet karinesinin uygulanabilmesi için başvurucunun söz konusu medeni yargılama ile hakkında yürütülen ve sona eren ceza yargılaması arasında bağlantı bulunduğunu göstermesi gerekmektedir. Medeni hak yargılamasında, ceza yargılamasında verilen kararın sonucunun dikkate alındığı ve değerlendirildiği veya ceza dosyasında yer alan delillerin irdelendiği ya da başvurucunun hakkındaki suçlamayı doğuran olaylara dahli ile ilgili irdelemelerde bulunulduğu veyahut başvurucunun muhtemel suçluluğuyla ilgili yorum yapıldığı hâllerde söz konusu bağlantının var olduğu kabul edilebilir. Bununla birlikte hukuk yargılaması ile ceza yargılaması arasındaki bağlantının varlığına işaret eden olguların tüketme yoluyla sayılmasının mümkün olmadığı, bunların kararların verildiği yargılamaların türüne ve içeriğine göre değişebileceği kabul edilmelidir. Ancak bağlantının varlığı değerlendirilirken kararda kullanılan dilin kritik öneme sahip olacağı vurgulanmalıdır (benzer değerlendirmeler için bkz. S.M. [GK], B. No: 2016/6038, 20/6/2019, § 38).
  7. Başvurucu hakkındaki yargısal sürecin idare hukukundan kaynaklanan, medeni hak ve yükümlülükler kapsamında kalan bir dava olduğu açıktır. Bu durumda suç isnadıyla ilgili yargılamalara ilişkin bir güvence olan masumiyet karinesinin bireysel başvuruya konu olay yönünden uygulanıp uygulanmayacağının ortaya konulması gerekir.
  8. Bireysel başvuru konusu kararın verildiği idari yargı sürecine konu işlem, başvurucu hakkında yürütülen ceza soruşturması üzerine yapılan disiplin soruşturması sonucu düzenlenen 26/6/2013 tarihli rapor üzerine kurulmuştur. AYİM tarafından karar verildiği tarihte ceza soruşturması henüz sona ermemiştir. Başvurucu, hakkındaki ayırma işleminin iptali istemiyle açtığı davada verilen kararda kullanılan ifadelerin iki sebeple masumiyet karinesini ihlal ettiğini öne sürmektedir. Birincisi taksirle öldürme suçu bakımından yargılama devam ettiği için, ikincisi ise suç delillerini yok etme, gizleme veya değiştirme suçundan ek kovuşturmaya yer olmadığı kararı verildiği için suçlu sayılamayacağı iddialarıdır.
  9. Taksirle öldürme suçuna ilişkin olarak başvurucu hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilmiş ise de bu karar AYİM kararından yaklaşık üç yıl sonra kesinleşmiştir. AYİM tarafından taksirle öldürme suçuna ilişkin eylem hakkında yapılan değerlendirmede hükmün açıklanmasının geri bırakılması ile sonuçlanan yargılamanın devam ettiği tespit edildiğinden bu iddia yönünden masumiyet karinesinin birinci boyutu somut olayda uygulanma imkânı bulacaktır.
  10. Suç delillerini yok etme, gizleme veya değiştirme suçu hakkında 30/10/2015 tarihinde verilen ek kovuşturmaya yer olmadığı kararı bakımından ise söz konusu karar tarihi AYİM’in 1/7/2015 tarihli kararından sonra fakat 25/11/2015 tarihli karar düzeltme kararından öncedir. Somut başvuru kapsamında karar düzeltme talebinde anılan kararın AYİM’in bilgisine sunulduğuna ilişkin bir bilgi yer almamakla birlikte başvurucunun bu yönde bir beyanı da bulunmamaktadır. Bu nedenle bu iddia yönünden de masumiyet karinesinin birinci boyutunun somut olayda uygulanması gerektiği değerlendirilmiştir.
  11. Dolayısıyla masumiyet karinesinin birinci boyutunun somut olayda uygulanabilir olduğu kanaatine varılmıştır.
  12. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan masumiyet karinesinin ihlal edildiğine ilişkin başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
  13. Esas Yönünden
  14. Genel İlkeler
  15. Masumiyet karinesi, hakkında suç isnadı bulunan bir kişinin adil bir yargılama sonunda suçlu olduğuna dair kesin hüküm tesis edilene kadar masum sayılması gerektiğini ifade etmekte ve hukuk devleti ilkesinin de bir gereğini oluşturmaktadır (AYM, E.2013/133, K.2013/169, 26/12/2013). Anılan karine, kişinin suç işlediğine dair kesinleşmiş bir yargı kararı olmadan suçlu olarak kabul edilmemesini güvence altına almaktadır. Ayrıca hiç kimse, suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar yargılama makamları ve kamu otoriteleri tarafından suçlu olarak nitelendirilemez ve suçlu muamelesine tabi tutulamaz (Kürşat Eyol, B. No: 2012/665, 13/6/2013, § 26).
  16. Bununla birlikte Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan masumiyet karinesi, ceza soruşturmasıyla eş zamanlı olarak kişi hakkında disiplin soruşturması yürütülmesine engel teşkil etmediği gibi hakkındaki ceza soruşturmasının kovuşturmaya yer olmadığı, beraat, düşme gibi mahkûmiyet dışındaki bir hüküm ile sonuçlanması kişiye disiplin yaptırımı uygulanmasına veya bu kişinin başka türlü sorumluluğuna gidilmesine de mâni oluşturmaz (benzer yöndeki değerlendirme için bkz. M.E.T., B. No: 2014/11920, 3/7/2018, § 61).
  17. Bu bağlamda beraat eden kişi aleyhine disiplin soruşturması başlatılması ve kişiye disiplin cezası uygulanması -disiplin cezası ne kadar ağır olursa olsun- kişinin suçlu ilan edildiği hükmüne varılabilmesi için yeterli değildir. Aynı şekilde ceza yargılamasındaki delillerin disiplin soruşturmasında kullanılması da kendi başına masumiyet karinesini ihlal etmez. Aksi takdirde beraat kararına, mağdurların haksız fiil ve benzeri hukuki sebeplere dayanarak zararlarını gidermek için tazminat davası açma hakkını, idarenin de idari düzeni sağlamak için disiplin cezası ve diğer idari tedbirleri uygulama yetkisini ortadan kaldıracak şekilde arzulanandan öte bir anlam yüklenmiş olur. Bu durum beraat eden kişi lehine amacından saptırılmış bir keyfîliğe yol açar. Aynı şekilde bu yaklaşım, beraat eden kişiye kendi fiilinin tazminat hukuku ile idare hukukuna ilişkin sonuçlarından da kaçınma avantajı sağlar. Anayasa’nın 36. maddesi veya başka herhangi bir maddesi masumiyet karinesinin bu şekildeki bir yorumuna geçerlilik sağlamamaktadır (Barış Baş [GK], B. No: 2016/14253, 2/7/2020, § 55)
  18. Adli ve idari makamların kendi görev sınırlarını aşarak kişiyi suçlu ilan etmesi veya bu bağlamda birtakım çıkarımlarda bulunması masumiyet karinesinin ihlaline yol açabilir. Masumiyet karinesi kapsamındaki güvencelerin sağlanıp sağlanmadığının tespiti yapılırken ise kararın gerekçesinin bir bütün olarak değerlendirilmesi gerekir (Galip Şahin, § 48; M.I., B. No: 2012/1268, 30/12/2014, § 50). Bu kapsamda karar vericilerin kullandıkları dil kritik önem taşır (Mustafa Kıvrak, B. No: 2013/3175, 20/2/2014, § 36). Kamu makamlarının işlem ya da kararlarında belirttikleri gerekçeler veya kullandıkları dil nedeniyle bireye cezai sorumluluk yüklememeleri, ceza mahkemeleri tarafından suçlu bulunmamış bireyin masumiyeti üzerine gölge düşürülmesine sebebiyet vermemeleri gerekmektedir (Galip Şahin, § 47).
  19. İdari makamlarca veya mahkemelerce salt bir kimsenin suç isnadı altında olduğunun ifade edilmesi masumiyet karinesini zedelemez. Bu bakımdan kişinin suç isnadı altında olduğunun belirtilmesi ile hakkında kesinleşmiş bir mahkûmiyet kararı bulunmadığı hâlde onun mahkûm olduğunun kesin bir dille ifade edilmesi veya bu yönde kanaat oluşmasına yol açacak nitelikte açıklamalarda bulunulması arasındaki ayrıma özen gösterilmelidir. İkincisi masumiyet karinesinin ihlaline yol açarken ilki kural olarak masumiyet karinesi yönünden bir sakıncaya neden olmayabilir (Barış Baş, § 55).
  20. İlkelerin Olaya Uygulanması
  21. Bireysel başvuruya konu olayda başvurucunun kullandığı askerî araçla trafik kazası yapması üzerine bir kişinin ölümü ile birlikte birden fazla kişinin yaralanmasına neden olmak ve suç delillerini değiştirme suçları nedeniyle soruşturma başlatılmıştır. Suç delillerini yok etme, gizleme veya değiştirme suçu için ek kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir. Taksirle ölüme neden olmak suçu için ise hapis cezası ile cezalandırılmasına ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiştir. Başvurucu hakkında ceza muhakemesi süreci devam etmekte iken ceza soruşturmasına konu eylemlere ilişkin yapılan disiplin soruşturması sonucunda TSK’dan ayırma işlemi tesis edilmiştir. Ceza soruşturması kapsamında başvurucu 5237 sayılı Kanun’un 85. maddesinin (1) numaralı fıkrasında düzenlenen taksirle öldürme suçu ile aynı Kanun’un 281. maddesinin (1) numaralı fıkrasında düzenlenen suç delillerini yok ekme, gizleme veya değiştirmekle itham edilmiştir. Disiplin soruşturması ise 6413 sayılı Kanun’un 20. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (c) bendinde yer alan hizmete engel davranışlarda bulunma fiilinin işlendiği temelinde gerçekleştirilmiştir. Dolayısıyla suç olarak nitelendirilen tipik fiil ile disiplin fiilinin aynı olmadığı görülmektedir. Disiplin fiilinin koruduğu hukuksal değerlerin daha çok memuriyet disipliniyle ilgili olduğu anlaşılmaktadır.
  22. Buna karşılık disiplin makamlarının başvurucuya uyguladığı ayırma cezasının temelindeki fiil olan trafik kazası sonucu meydana gelen ölüm ve yaralanma ile kaza sonrası lastiğin patlatılmasına yönelik davranışlar ceza yargılamasındaki suçlamanın da dayanağını oluşturmaktadır.
  23. Başvurucu; hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı ile sonuçlanan ceza yargısı sürecinden bahsederek ve ek kovuşturmaya yer olmadığına ilişkin karara konu iddiaların gerçekleşmiş olduğunun kabul edildiğini belirterek masumiyet karinesinin ihlal edildiğini ileri sürmektedir.
  24. Yukarıda alıntılanan ilkeler uyarınca masumiyet karinesinin ihlal edilip edilmediği değerlendirilirken idari yargılama bakımından üzerinde önemle durulması gereken husus, idari işlem sürecini yürüten ve yargılamayı yapan makamın ilgili kişiye suç isnat edip etmediğidir.
  25. AYİM kararında başvurucunun taksirle öldürme suçuna konu fiile yönelik olarak; yürütülen soruşturma kapsamındaki delillerden bahsedilmiş, değerlendirmenin başvurucuya isnat edilen eylemlerin başvurucudan sadır olduğu veya söz konusu eylemin isnat edilen suçu oluşturup oluşturmadığından bağımsız olarak yapıldığı belirtilmiştir. Devamında başvurucunun TSK’nın itibarını sarsacak, ağır suç ve disiplinsizlik teşkil eden fiillerle hizmete engel davranışlarda bulunması nedeniyle ayırma cezası ile cezalandırılmasına ilişkin dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı ifade edilmiştir. Bu durumda AYİM gerekçesinde başvurucu hakkında salt taksirle öldürme suçundan devam eden soruşturmanın bulunduğunun belirtilmesi sebebiyle masumiyet karinesinin ihlal edilmediği değerlendirilmektedir.
  26. Bununla birlikte kararda geçen “…davacının gerçekleştirmiş olduğu bu eylem sonrasında kolluk görevlisi olmasına rağmen eylemini gizleme (kaza sonrasında aracın sağ ön lastiğine köylülerin de yardımıyla olay yerinde bulunan bir inşaat çivisi sokmak ve lastiğin yanak kısmını bıçakla kesmek suretiyle lastiğe zarar vermek) gayreti içine girdiği, bu durum karşısında kamu hizmetinde istihdam edilmesinin kamu yararına açıkça aykırılık teşkil ettiği…” ifadeleri, başvurucunun suç olan bazı eylemleri işlediği yolunda bir kabule ilişkin olup karar tarihi itibarıyla söz konusu iddialar hakkında başvurucu hakkında davam eden ceza soruşturması bulunmaktadır.
  27. Somut olayda başvurucu hakkındaki ceza ve disiplin hukuku süreçlerinin eş zamanlı olarak yürütüldüğü ancak disiplin işlemine karşı açılan idari davanın ceza yargılaması devam ederken sonuçlandığı, öte yandan ceza yargılamasına ilişkin sürecin derdest olduğu, bir başka ifadeyle başvurucunun suçluluğunun hükmen sabit olmadığı görülmektedir.
  28. Bununla birlikte masumiyet karinesi değerlendirilirken hakkında kesinleşmiş bir mahkûmiyet kararı olmayan kişilerle ilgili olarak yapılan diğer yargılamalar sonucunda verilen mahkeme kararlarında geçen ifadelerin dikkatli ve özenli kullanılması, ifadelerin bağlam ve amacını aşacak şekilde kullanılıp kullanılmadığının somut olay koşullarında değerlendirilmesi gerektiği açıktır.
  29. Sonuç olarak henüz ceza yargılaması süreci tamamlanmayan suç delillerini yok etme, gizleme veya değiştirme eylemlerini başvurucunun gerçekleştirdiği yolundaki suçlayıcı tespitin masumiyet karinesini ihlal edici mahiyette olduğu sonucuna ulaşılmıştır.
  30. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 36. ve 38. maddelerinde güvence altına alınan masumiyet karinesinin ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
  31. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
  32. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

  1. Başvurucu, ihlalin tespiti, yeniden yargılama yapılması ve 100.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
  2. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına da işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).
  3. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).
  4. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir kararın kendisine ulaştığı mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§ 58, 59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66, 67).
  5. İncelenen başvuruda, AYİM’in kararında kullandığı dile özen göstermemesi nedeniyle masumiyet karinesinin ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Dolayısıyla ihlalin AYİM kararından kaynaklandığı anlaşılmıştır.
  6. Bu durumda masumiyet karinesinin hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere ilgili mahkemeye gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.
  7. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılamanın yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.
  8. İşbu ihlal kararının başvurucu tarafından açılan davaların esasıyla ilgili herhangi bir değerlendirme içermediği vurgulanmalıdır. Anayasa Mahkemesinin yukarıda belirttiği ihlal gerekçelerini de gözeterek ve söz konusu işlemlerle ilgili olarak yeniden bir değerlendirme yaparak gereken kararı vermek ilgili mahkemenin takdirindedir.
  9. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 239,50 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.839,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
  10. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

  1. 1. Gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
  2. Silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkesinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
  3. Masumiyet karinesinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
  4. Anayasa’nın 36. maddesi ve 38. maddesinin dördüncü fıkrasında hüküm altına alınan masumiyet karinesinin İHLAL EDİLDİĞİNE,
  5. Kararın bir örneğinin masumiyet karinesinin ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere -Anayasa’nın geçici 21. maddesinin birinci fıkrasının (E) bendinin (b) alt bendi gereğince- yetkili idari yargı merciine GÖNDERİLMESİNE (Karar AYİM Birinci Dairesinin 1/7/2015 tarihli ve E.2013/1295, K.2015/637 sayılı kararına ait dava dosyası ile ilgilidir.),
  6. Başvurucunun tazminat talebinin REDDİNE,
  7. 239,50 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.839,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,
  8. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
  9. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 2/12/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE ile karar verildi.