T.C.
DANIŞTAY
BEŞİNCİ DAİRE
Esas | : 2016/7271, Karar : 2018/18043, Tarih 06.12.2018 |
İstemin Özeti : Manisa 1. İdare Mahkemesinin 15.3.2016 tarih ve E:2015/252, K:2016/287 sayılı kararının, kabule ilişkin kısmının dilekçede yazılı nedenlerle, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49. maddesi uyarınca temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.
Savunmanın Özeti : Temyiz isteminin reddi gerektiği savunulmuştur.
Danıştay Tetkik Hakimi : Evrim KARAMANLIOĞLU
Düşüncesi : Manisa İl Emniyet Müdürlüğü emrinde polis memuru olarak görev yapan davacı tarafından; Emniyet-Sen adlı sendikanın faaliyetlerine katıldığı ileri sürülerek meslekten çıkarılma cezası teklifleri ile muhatap olması ve çeşitli disiplin cezaları ile cezalandırılmasının doğurduğu üzüntü, dışlanma ve meslek çevresinden soyutlanmanın kişilik haklarını zedelediği, ruh sağlığının bozulmasına sebep olduğu ileri sürülerek uğradığı manevi zarara karşılık 50.000,00 TL ödenmesi istenilmektedir.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının “Cumhuriyetin nitelikleri” başlıklı 2. maddesinde “Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devletidir.”kuralı yer almaktadır.
Anayasa’nın 51. maddesinin birinci fıkrasında, “Çalışanlar ve işverenler, üyelerinin çalışma ilişkilerinde, ekonomik ve sosyal hak ve menfaatlerini korumak ve geliştirmek için önceden izin almaksızın sendikalar ve üst kuruluşlar kurma, bunlara serbestçe üye olma ve üyelikten serbestçe çekilme haklarına sahiptir. Hiç kimse bir sendikaya üye olmaya ya da üyelikten ayrılmaya zorlanamaz.” kuralına yer verilerek sendika kurma ve üyelik hakkı anayasal güvenceye bağlanmıştır.
İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşmenin “Toplantı ve dernek kurma özgürlüğü” başlıklı 11. maddesinde de;
Herkes barışçıl olarak toplanma ve dernek kurma hakkına sahiptir. Bu hak, çıkarlarını korumak amacıyla başkalarıyla birlikte sendikalar kurma ve sendikalara üye olma hakkını da içerir.Bu hakların kullanılması, yasayla öngörülen ve demokratik bir toplum içinde ulusal güvenliğin, kamu güvenliğinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli olanlar dışındaki sınırlamalara tabi tutulamaz. Bu madde, silahlı kuvvetler, kolluk kuvvetleri veya devlet idaresi mensuplarınca yukarda anılan hakların kullanılmasına meşru sınırlamalar getirilmesine engel değildir.25.11.1992 günlü, 3847 sayılı Kanunla onaylanması uygun bulunan ve ilke olarak tüm çalışanların sendika kurma ve sendikaya üye olma özgürlüklerini güvenceye bağlayan Sendika Özgürlüğüne ve Örgütlenme Hakkının Korunmasına İlişkin 87 sayılı Uluslararası Çalışma Örgütü(ILO) Sözleşmesi’nin 9. maddesiyle, Sözleşme’de öngörülen güvencelerin silahlı kuvvetler ve polis mensuplarına ne ölçüde uygulanacağının ulusal mevzuatla belirleneceği ifade edilerek silahlı kuvvetler ve kolluk mensuplarının sendika kurma haklarıyla ilgili olarak taraf devletlere takdir yetkisi tanınmıştır.
Ankara Valiliğince, Ankara 9. İş Mahkemesinin E:2013/653 sayılı dosyasında Emniyet-Sen’in kapatılması için açılan davada, 4688 sayılı Kanun’un 15/j. maddesinin Anayasa’ya aykırılığı öne sürülerek, Anayasa’nın 152. maddesi uyarınca Anayasa Mahkemesine itiraz yoluna başvurulması üzerine, Anayasa Mahkemesinin 29.1.2014 tarih ve E:2013/130 K:2014/18 sayılı kararında; “25.6.2001 günlü, 4688 sayılı Kamu Görevlileri Sendikaları ve Toplu Sözleşme Kanunu’nun “Sendika üyesi olamayacaklar” başlıklı 15. maddesinin, 4.4.2012 günlü, 6289 sayılı Kanun’un 31. maddesinin (b) bendiyle değiştirilen birinci fıkrasının (j) bendinin (Emniyet hizmetleri sınıfı ve emniyet teşkilâtında çalışan diğer hizmet sınıflarına dahil personel,) Anayasa’nın 5., 11., 13. ve 51. maddelerine aykırılığı ileri sürülerek iptaline karar verilmesi istemiyle açılan davada, emniyet hizmetleri sınıfında çalışan personelin sendika kuramayacağına ve sendikalara üye olamayacağına ilişkin Kanun maddesinin Anayasaya aykırı olmadığına oyçokluğuyla karar verilmiştir.
Anayasa Mahkemesinin yukarıda anılan kararında;“Sendikalar, mensuplarının (çalışanların) hak ve menfaatlerini korumak amacıyla, yine bunların üretimden gelen güçlerine dayanarak faaliyet gösteren örgütlü yapılardır. Bireysel olarak zayıf durumda bulunan çalışanlar, örgütlenmek ve sendikalaşmak suretiyle girişimci karşısındaki pazarlık güçlerini artırmakta, gerek hak ve menfaatlerinin korunmasında gerekse sorunlarının çözümünde etkin bir konum elde etmektedirler. Bu bakımdan, sendikalaşmanın sosyal adaletin tesisine hizmet eden önemli bir demokratik araç olduğu söylenebilir. Bununla beraber, sosyal adaletin tesisi bakımından gerekli görülen sendikalaşma olgusunun, kamu kesiminde var olması gereken disiplin ve hiyerarşik düzeni etkileme potansiyeline sahip olduğu da aşikârdır. Sendikalaşmanın disiplini etkileme potansiyelinin bulunması, işin doğasından kaynaklanmakta olup kural olarak sırf bu gerekçeyle örgütlenme özgürlüğünün bir parçası olan sendika kurma hakkının ortadan kaldırılması, demokratik toplum gerekleriyle örtüşmez. Bunun yanında, sıkı bir disiplin ve hiyerarşik düzen gerektiren kimi mesleklerde disiplinin bozulması, kamu düzenini tehdit edici boyutlara ulaşabileceğinden bu gibi durumlarda, kamusal yarara üstünlük tanınarak ilgili meslekle sınırlı olarak sendikalaşmanın yasaklanması gerekli hâle gelebilir. Diğer bir ifadeyle, demokratik toplum düzeninin sürdürülmesindeki üstün kamusal yarar, sendikacılığın disiplini etkileme potansiyelini, disiplin esasına dayanan meslekler yönünden ihmal edilebilir olmaktan çıkarmakta ve bu mesleklerde sendikacılığın yasaklanmasına haklı bir temel oluşturabilmektedir.” belirlemeleri yapılmıştır.
Anayasanın “Temel Hak ve Hürriyetlerin Sınırlanması” başlıklı 13. maddesinde, temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve laik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz. “Çalışma hakkı ve ödevi” başlıklı 49. maddesinde, Çalışma, herkesin hakkı ve ödevidir. Devlet, çalışanların hayat seviyesini yükseltmek, çalışma hayatını geliştirmek için çalışanları ve işsizleri korumak, çalışmayı desteklemek, işsizliği önlemeye elverişli ekonomik bir ortam yaratmak ve çalışma barışını sağlamak için gerekli tedbirleri alır. düzenlemesine yer verilmiştir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihadıyla gelişmiş ve yargı organlarınca benimsenerek yargılamada ölçü olarak benimsenen “Ölçülülük denetimi, “ulaşılmak istenen amaçtan yola çıkılarak bu amaca ulaşılmak için seçilen aracın denetlenmesidir”. Anayasa Mahkemesi ölçülülük ilkesini elverişlilik, gereklilik ve orantılılık unsurlarını içerecek şekilde tarif etmektedir. İlk unsur olan elverişlilik, güdülen amaç ile seçilen araç arasında bir nedensellik bağının olmasını gerektirir. İkinci unsur, güdülen amaca ulaşmayı sağlayacak aynı düzeyde etkili, fakat hak ve özgürlükler açısından daha az sınırlayıcı bir aracın bulunmamasını ifade eder. Bir başka ifadeyle, seçilen araç mevcut koşullar içinde amaç için en uygun seçenek olmalıdır. Üçüncü unsur olan orantılılık ise, farklı menfaatler arasındaki dengeyi ya da karşılıklı ilişkiyi ifade etmektedir.
Dava dosyasının incelenmesinden, polis memuru olan davacının, Emniyet-Sen adıyla kurulan bir kamu görevlileri sendikasına üye olduğu, anılan sendikaya üyeliği, sendikal faaliyetleri nedeniyle davacı hakkında çok sayıda disiplin soruşturması yapıldığı, soruşturmalar sonucunda getirilen öneriler üzerine sendikal faaliyetleri nedeniyle çeşitli disiplin cezalarına çarptırıldığı, bu cezalar arasında meslekten çıkarma teklifleri, uzun ve kısa süreli durdurma, aylıktan kesim cezalarının yer aldığı, anılan cezalara karşı açılan davalarda cezaların iptaline ve bu işlem nedeniyle davacının yoksun bırakıldığı parasal haklarının yasal faizi ile birlikte tazminine karar verildiği, davacının sendikal faaliyetleri nedeniyle maruz kaldığı disiplin cezaları nedeniyle uğradığını ileri sürdüğü manevi zararların tazmini istemiyle temyizen incelenen davanın açıldığı anlaşılmaktadır.
Uyuşmazlıkta, davacının ve emniyet hizmetleri sınıfı personelinin sendikal faaliyetine ilişkin süreç incelendiğinde, emniyet hizmetleri sınıfında yer alan personelin sendikal faaliyetine ilişkin düzenlemeler konusunda uluslararası sözleşmelerle taraf devletlere takdir yetkisi tanındığı, ülkemiz bakımından bu takdir hakkının bu sınıftaki personel için mutlak yasak olarak düzenlendiği anlaşılmaktadır. Davacı ve bir grup emniyet personelinin sendikal haklarını kullanmak üzere sendikaya katıldığı, emniyet hizmetleri sınıfı personelinin sendika kurması ve kurulan sendikaya üye olabilmesine ilişkin Kanun maddesinin Anayasa Mahkemesi nezdinde itiraz yoluyla iptal davasına konu edildiği, Anayasa Mahkemesince bu yasağın emniyet hizmetleri sınıfı personeli açısından oyçokluğuyla Anayasaya aykırı olmadığına karar verildiği, bu süreçte İdarece örgütlenme hakkını kullanan personele çeşitli disiplin yaptırımları uygulandığı görülmektedir. Bu disiplin yaptırımları arasında personelin kamu görevinden ilişiğinin kesilmesine, çalışma hakkının kısıtlanmasına, maaş ve özlük haklarının elinden alınmasına yol açan meslekten çıkarma yaptırımlarının uygulandığı veya meslekten çıkarılma tehdidini de içeren soruşturmalara maruz bırakıldığı, bu yaptırımın niteliği dikkate alındığında uluslararası sözleşmelerle güvenceye alınan örgütlenme özgürlüğüne dair bu denli ağır/ölçüsüz yaptırıma maruz kalan personelin yaşadığı iş ortamında dışlanma, pasifize edilme, yalnızlaştırma, değersizlik hissi, ailesinde ve sosyal çevresinde yaşadığı kaygı ve endişe, gelecek kaygısı, soruşturma, dava açma ve davaları takip aşamaları dikkate alındığında, davacının maddi ve manevi olarak yıpranmadığından söz etmek olanaklı değildir.
Bu durumda, Devlet tarafından emniyet personelinin sendikal faaliyetine ilişkin bu takdir hakkının yasaklama şeklinde uygulanmış olmasının, bu hakkı kullanan çalışan bakımından da mutlak ve ölçüsüz sonuçlara yol açmasının demokratik toplumda gerekli olmadığı ve özellikle meslekten çıkarma yaptırımlarının ölçüsüz uygulandığı sonucuna ulaşıldığından, davacının uzun bir dönemi kapsayan bu süreçte yaşadığı kaygı, endişe, dışlanma nedeniyle uğradığı manevi zararın tazmini gerektiği düşüncesiyle Mahkeme kararının onanması gerektiği düşünülmektedir.
TÜRK MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Beşinci Dairesince gereği görüşüldü:
Dava, Manisa İl Emniyet Müdürlüğü emrinde polis memuru olarak görev yapan davacı tarafından; Emniyet-Sen’in faaliyetlerine katılması nedeniyle meslekten çıkarılma cezası teklifleri ile muhatap olması ve çeşitli disiplin cezaları ile cezalandırılmasının doğurduğu üzüntü, dışlanma ve meslek çevresinden soyutlanmanın kişilik haklarını zedelediği, ruh sağlığının bozulmasına sebep olduğu ileri sürülerek uğradığı manevi zarara karşılık 50.000,00 TL ödenmesine karar verilmesi istemiyle açılmıştır.
Manisa 1. İdare Mahkemesinin 15.3.2016 tarih ve E:2015/252, K:2016/287 sayılı kararıyla; polis memuru olan davacının almış olduğu disiplin cezalarının, Disiplin Tüzüğü’nde belirlenmiş kural ve yasakların, davacının sendikaya üye olması ve sendikal faaliyetleri nedeniyle ihlal edilmiş olduğu kabul edilerek tesis edilmiş olması ve anılan işlemlerin iptaline ilişkin yargı kararlarının gerekçeleri de gözönünde bulundurulduğunda, davacıya verilen disiplin cezalarının salt hukuka aykırı olmasının davalı idare yönünden “ağır hizmet kusuru” olarak kabul edilmesine hukuksal olanak bulunmamakla birlikte; davacının kamu görevinin sona ermesi korkusu yaşaması, aldığı disiplin cezaları ve parasal kesintiler nedeniyle toplumda ve sosyal çevresinde olumsuzluklar yaşanmasına, çalışma arkadaşları arasında yalnızlaştırılması ve dışlanması, kendisinin ve ailesinin kaygılanması, üzülmesi ve psikolojik ve sosyal sorunlar yaşamasına neden olduğu gözönünde bulundurulduğunda olayın davacı yönünden “ağır manevi” sonuçlara neden olduğunun kabulü gerektiğinden; manevi tazminatın niteliği gözönünde bulundurularak davacının tazminat isteminin 10.000,00 TL’lik kısmının kabulü, anılan tutarı aşan kısmın ise reddine karar verilmiştir.
Davalı İdare, İdare Mahkemesi kararının kabule ilişkin kısmının hukuka aykırı olduğunu ileri sürerek temyizen incelenerek bozulmasını istemektedir.
Anayasanın 125. maddesinin son fıkrasında; “İdare kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlüdür.” hükmüne yer verilmiş olup, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2. maddesinin (b) fıkrasında idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanların tam yargı davası açabilecekleri kurala bağlanmıştır.
Kamu idareleri görmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerini yürütürken kanunlara ve genel olarak hukuka uygun hareket etmek zorunda olup, aksi durumda kişilerin uğrayacakları zararları anılan Anayasa kuralı gereğince tazminle yükümlüdürler.
İdarenin tazmin yükümlülüğünden söz edilebilmesi için ortada bir zararın bulunması ve bunun idareye yüklenebilen bir işlem veya eylemden doğması, başka bir deyişle zararla idari faaliyet arasında illiyet bağı bulunması gerekmektedir. Manevi zararlar da Anayasa’da ifade edildiği şekliyle tazmin edilmesi gereken zararlardandır.
Yargı içtihatlarında kabul edildiği üzere, manevi tazminat; kişinin manevi değerlerinde meydana gelen eksilme ile duyulan acı, üzüntü ve sarsıntının bir miktar parayla kısmen de olsa hafifletilmesini sağlamak amacına yönelik olup, bir manevi tatmin aracıdır. Manevi tazminatın bu niteliği dikkate alındığında, manevi tazminata hükmedilmesini gerektirecek zarar; ölüm, bedensel zarar ve kişilik haklarına saldırı hallerinde söz konusu olabilecektir.
Dava dosyasının incelenmesinden, polis memuru olan davacının, Emniyet-Sen adıyla kurulan, kamu görevlileri sendikasına üye olduğu, anılan sendikaya üyeliği ve sendikal faaliyetleri nedeniyle davacı hakkında çok sayıda disiplin soruşturması yürütüldüğü, soruşturmalar sonucunda getirilen öneriler üzerine sendikal faaliyetleri nedeniyle çeşitli disiplin cezalarına çarptırıldığı, bu cezalar arasında uzun ve kısa süreli durdurma, aylıktan kesim cezalarının yer aldığı ayrıca bazı soruşturmalar sonucunda meslekten çıkarma teklifleri getirildiği anılan cezalara ilişkin olarak davalar açılığı, dava konusu cezaların iptaline ve bu işlemler nedeniyle davacının yoksun bırakıldığı parasal haklarının yasal faizi ile birlikte tazminine karar verildiği, anılar kararların temyiz aşamasında olduğu, davacının sendikal faaliyetleri nedeniyle maruz kaldığı disiplin cezaları nedeniyle uğradığını ileri sürdüğü manevi zararların tazmini istemiyle temyizen incelenen davanın açıldığı anlaşılmaktadır.
Manevi tazminat; yaşanılan olay nedeniyle duyulan üzüntünün kısmen giderilmesi amacını taşıyan bir tazminat çeşidi olup, idarenin her hukuka aykırı işlemi nedeniyle duyulan üzüntü manevi tazminata hükmedilmesi sonucunu doğurmayacaktır. Manevi tazminata hükmedilmesini gerektirecek zarar; kişilik haklarına saldırı, yargı kararlarının uygulanmaması ve idari işlemlerdeki çok ağır hukuki sakatlıkların bulunması gibi hallerde söz konusu olabilecek ve her somut olayda olayın oluş biçimi ve niteliği göz önüne alınarak manevi tazminat koşullarının var olup olmadığı yargı organları tarafından belirlenecektir. Ancak, kişinin kendi tutum ve davranışları nedeniyle duyduğu üzüntü ve acı nedeniyle idarece tazmini gereken manevi zararın doğduğundan söz edilemeyeceği de açıktır.
Bu durumda, davacının meslekten çıkarılması teklifiyle karşılaşmasına ve çeşitli disiplin cezaları almasına neden olan işlemlerin hukuka aykırılığı tespit edilmiş ise de; her hukuka aykırı işlem nedeniyle duyulan üzüntü manevi tazminat ödenmesini gerektirmeyeceğinden olayın gelişimi ve mahiyeti değerlendirildiğinde, olayda davalı idarenin ağır hizmet kusurunun bulunmadığı, dolayısıyla davacıya manevi tazminat verilmesini gerektirecek şartların oluşmadığı sonucuna varılmıştır.
Açıklanan nedenlerle, Manisa 1. İdare Mahkemesinin 15.3.2016 tarih ve E:2015/252, K:2016/287 sayılı kararının; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun geçici 8. maddesi gereğince uygulanmasına devam edilen 3622 sayılı Kanun ile değişik 49. maddesinin 1. fıkrasının (b) bendi uyarınca BOZULMASINA, yukarıda belirtilen hususlar gözetilerek yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın adı geçen Mahkemeye gönderilmesine, bu kararın tebliğ tarihini izleyen 15 (onbeş) gün içerisinde kararın düzeltilmesi yolu açık olmak üzere, 06.12.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
Siz de fikrinizi belirtin